Yıl 1914 1. Cihan Harbi başlamış, kısa süre sonra Batı’nın sömürgeci devletleri Çanakkale’ye dayanmışlardır, diğer yandan da azınlıklar ile Arap kabilelerine kancayı takmışlar, Mekke Şerifi Hüseyin ve oğullarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmışlar ve altınları akıtırlarken diğer yandan da Weyman Bury ve Lavrence gibi İngiliz casusları çölde cirit atmaktadır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın meşhur reisi Kuşçubaşı Eşref Bey Şerif Hüseyin’in İngilizlerle gizli anlaşmalarını tespit etmiş ve durumdan Bahriye Nazırı ve 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’yı haberdar etmiştir. Ancak Cemal Paşa inanmak istemez zira Şerif Hüseyin ve oğulları Halife Hazretlerine sadık kalacaklarına dair Kuran ve Hz. Peygamber üzerine yemin etmişlerdir. Şerif Hüseyin’i hizaya getirmek ve fesada son vermek için Eşref Bey, Mehmet Akif, Süvari Binbaşı Mümtaz Bey, Şerif el Tunusi , Sudan’lı Zenci Musa ile 25 Teşkilat- Mahsusa fedaisi Hicaz’a gönderilir.
Heyet çok zor şartlar altında gündüz elli, gece sıfır derecede ve kum fırtınaları içinde, bedevi baskınlarına rağmen Medine’ye varırlar, Medine Muhafızı Basri Paşa ve Medine Türk kuvvetleri kumandanı Fahreddin Paşa ile görüşerek yaklaşan tehlikeyi anlatırlar, Fahreddin Paşa ihanetleri fark etmiştir. Mümtaz beyin sağ gözü kum fırtınasından rahatsızlanmış, fedailer bitkin düşmüşler ancak feleğin çemberinden geçmiş bu yiğitler hallerinden şikayet etmemişler, Şerif el Tunusi ise kalp hastasıdır, Koca Akif ise iklim şartlarına mukavemet etmiş, ata biniyor, kılıç sallıyor ve Zenci Musa ile güreş tutuyordu. Necid çölü, Akif’e ilham vermektedir. Hedefleri El Muazzam istasyonuna vararak, İstanbul ile telgraf irtibatı kurmak ve Çanakkale’den haber almaktır.
Mehmet Akif, Eşref Beyden bilgi almak istiyor, Eşref Bey El Muazzam istasyonunda telgraf memuru İzzet Efendi yardımı ile Harbiye Nazırı Enver Paşa ile görüşerek Çanakkale Zaferinin müjdesini alınca gözyaşlarını tutamamış, doğru çöldeki Akif’in çadırına koşarak O’nu kucaklamış “Aziz üstad, size hayatımın en büyük müjdesini vereceğim. Çanakkale’de muhteşem bir zafer kazandık, dualarınız kabul oldu.” demiştir. Akif önce inanmaz fakat haberin Enver Paşa’dan alındığını öğrenince inanır. O gece Koca Akif, Çanakkale Destanını yazmadan canını almaması için Allah’a dua eder. Abdest alarak namaz kılıyor, sonra çölün kumları üzerinde kıbleye dönerek yere kapanıyor, saatlerce kımıldamadan yerde kalıyor, Eşref bey korkuya kapılıyor, yavaşça Akif’in yanına gidiyor, bakıyor ki nefes alıp veriyor, hiç dokunmadan geri çekiliyor. Birkaç saat sonra Akif yerinden kalkıyor, abdest tazeliyor ve tekrar namaza duruyor, bakıyorlar ki Akif’in yüzünü yapıştırdığı kumlar gözyaşlarıyla ıslanmıştır.
Mehmet Akif, gece eline kalem ve kağıt alarak zayıf bir lamba ışığı altında Çanakkale Şehitleri şiirini yazıyor. Akif, Çanakkale savaşını hiç görmemiştir, Çanakkale’ye hiç gitmemiş, gezmemiş, savaşın fotoğraflarını bile görmemiştir hatta hiçbir savaşa bizzat katılmamıştır. Görmediği ve bilmediği bir savaşı binlerce kilometre ötede bir çölün ortasında nasıl tasavvur edebilmiş, gözünde canlandırmıştır. Baytarlık tahsili yapan bir kişi böyle bir destanı nasıl yazabilir, hangi edebiyat ve tarih tahsili yapan kişi böyle bir şiir yazabilir? İlahi bir ilham veya derin düşünce olmadan böyle bir şiir yazılamaz. Son yılların en büyük şairlerinden biri olan rahmetli Bahtiyar VAHAPZADE,” İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitleri şiiri normal olarak insan eliyle yazılamaz, bunlar başka kuvvetlerin ve gizli bir ilhamın vasıtasıyla Mehmet Akif’e yazdırılmıştır, ben yüzden fazla ülkenin Bağımsızlık Marşını inceledim, güfte ve bestesini araştırdım, hiç birini Türkiye’nin İstiklal Marşı kadar etkili görmedim” diyor.Bu şiirleri ve Safahat’ı yazabilmek için insan üstü yeteneklere sahip olmak gerektiğine inanmaktayım. “ Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber/ Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.”