Çevremizde birçok Beleşci, bedavacı dediğimiz tipler vardır, bunlara otlakçılar da denilmektedir, bunlar kurnaz geçinen aptallardır. Kazançlarını ve paralarını yiyemezler, fakir gibi yaşarlar ama hayatları boyunca biriktirdikleri paralarını başkalarına bırakarak bu dünyadan göçüp giderler. Bedavacılık kişilik bozukluğudur, ruhsal bozukluktur. Pazarlarda tadımlık yiyecekleri avuçla alıp yerler ve karınlarını doyururlar. Bunlara göre beleş sirke baldan tatlıdır, çocukluğumda kibrit kutusuna benzeyen eski otobüslerin arkasında bulunan merdivene asılıp Adana veya Mersin’e bedava yolculuk yapan beleşçi kişilere Ördek derlerdi, bazen muavin bunlara bağırırdı: “ Asılma, depoya gider.”
Bedavacılar, çalışmadan, emek sarf etmeden ve ter dökmeden başarılı sonuçlar beklerler, unutmayalım ki sadece tavuklar oturdukları yerde yumurta çıkarırlar. Hz. Musa’ya peygamberlik görevi verilince Beni İsrail Oğulları kendisine inanmış, Hz. Musa’nın peşine takılarak Mısır’a doğru yola çıkmışlar ancak çölde su ve yiyecek yoktur, kavurucu sıcaklar Yahudileri rahatsız etmektedir, bu sebeplerle beni İsrail Oğulları yola çıktıklarına pişman olmuşlardır. Toplanıp Hz. Musa’nın yanına giderek konuşmaya başlarlar: “ Ya Musa, bizler sana inandık, dinine iman ettik, sen git bize temiz su getir içelim, temiz yiyecek getir yiyelim, gölge bir yer bul gidip oturalım, sen git düşmanlarınla savaş, eğer kazanırsan arkandan gelip seni alkışlarız ve destekleriz.” Aynı zihniyeti günümüzde de çevremizde görmekteyiz, hep başkalarından fedakarlık, çalışma ve maddi destek bekliyoruz ama kendimiz alın teri dökmüyoruz. Gençler özel hayatlarında ailesinden, okulda öğretmenlerinden, iş hayatında ise işverenlerden ve devletten fedakarlıklar beklemektedir oysa vermeden almak Allah’a mahsustur. İnsanın parası varken yiyememesi, varlık içinde yoklukla mücadele etmesi ve servetinden kendisinin ve çevresinin faydalanamaması Allah’ın insanlara verdiği en büyük cezadır.
Tarla çorak, toprak yok. Su yok, sulama imkanı yok, yağmur yağmıyor, mevsimler kurak geçiyor, tohum hastalıklı ve bozuk, gübre özelliğini kaybetmiş ve bir işe yaramaz, çiftçi inat, bilgisiz ve ilgisiz, Ziraat Mühendisine danışmıyor, bilgi ve destek almıyor aksine ukala ve bilgiçlik taslıyor, bilmediklerini sormuyor. Taşların arasına tohumu atıp gidiyor, bir daha tarlaya uğramıyor, çaba sarf etmiyor, aylarca evinde oturuyor. Son Baharda tarlaya gidiyor ki ürün olmamış. Bu şartlarda bu tarladan ürün alınamaz çünkü hiç emek harcanmamış ve gerekli çalışmalar yapılmamıştır, bedavadan ürün alınamaz.
40 yıl önce beraber çalıştığım Müdür Başyardımcımız Sayın Hasan SEZER ağabeyim köyünde şahit olduğu bir hatırasını anlatmıştı: Köyde bedavacılığı ile meşhur bir komşuları yıllarca sigara içmiş ama bakkaldan parası ile sigara aldığını hiç kimse görmemiş, her gün kahvehaneye gelir, birinden tütün, birinden sigara kağıdı, birinden tütünü sarmasını, birinden de ateş istermiş, yıllarca köylüden geçinip gitmiş. Yaşlanınca sigara içmekten dolayı devamlı öksürmeye başlayınca sigarayı bırakmaya karar vermiş, kahvehanede: “ lan yeğenim, sigarayı bırakmaya karar verdim artık çok öksürtüyor, hasta ediyor.” deyince gençlerden biri konuşmasına müdahale etmiş: “ Emmi, tütünü, kağıdı, sarması, ateşi bizden, beleş değil mi dumanını savurttur gitsin. Sana dert değil ki bize dert oluyordu.” demiş.
Bir ilçede çalışırken 1.90 m. boyunca 140 kilo ağırlığında adam azmanı bir Mal Müdürümüz vardı, Timurlenk’in fili gibi doymayı bilmezdi, bedavacılığı ile meşhurdu, hiçbir esnaf ondan para alamazdı. Bir gün belediye binasının altındaki kahvehanede iki kişinin konuşmasına şahit olmuştum. Genç: “ Bizim Mal Müdürü 4 kişilik kebap ile üzerine de bir tabak baklava yedi.” deyince yaşlı vatandaş söze karıştı: “ Uşağım, beleş değil mi o adam 8 kişilik kebap bile yiyebilir.”